120x600

Alemdar inşaat

20-01-2023 SİYASET

CHP Bolu Milletvekili Aday Adayı Ferit Atalay; ‘2023 seçimleri aynı zamanda bir medeniyet seçimi olacak’

CHP Bolu Milletvekili Aday Adayı Ferit Atalay, Bolu Objektif haber sitesine verdiği özel röportajda dikkat çekici değerlendirmeler yaptı. Birçok konuda önemli saptamalar yapan Atalay; “Ya Ortaçağı yaşayan, Siyasal İslam’a teslim olmuş, Kaos içerisinde bir Ortadoğu ülkesi olarak kalacağız, ya da Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği çağdaş, demokratik ve sosyal hukuk devleti olacağız. 2023 seçimlerinde yalnız Cumhurbaşkanını değil hangi medeniyeti tercih edeceğimizi de seçeceğiz “ dedi.

CHP Bolu Milletvekili Aday Adayı Ferit Atalay; ‘2023 seçimleri aynı zamanda bir medeniyet seçimi olacak’
Bİ tur

 Ferit Bey, birçok kesim sizi doğal olarak avukat kimliğinizle tanıyor ama sizin bir de eğitimci yönünüz var. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Ferit Atalay kimdir?

 

1952 doğumluyum. İlkokulu kendi köyümde okuduktan sonra devletin parasız yatılı sınavlarına girerek 3 yıl İvriz İlköğretmen okulunda okudum. Daha sonra o dönemde ülkedeki okullardan seçme öğrenci alan İstanbul İlköğretmen Okulunun sınavını kazanarak İstanbul Öğretmen Okulundan mezun oldum. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra o günkü adıyla eğitim enstitüsünü kazanarak 3 yıl İstanbul Eğitim Enstitüsünde okudum. Akabinde güzel sanat eğitimi aldığım için herkesin gönlünde olduğu gibi benimde gönlümde yurtdışına gitme düşüncesi vardı. Bende keman eğitimi alarak yurtdışına gitmek için sınavlara hazırlandım ve sınavı kazandım. Ancak bizim bitmeyen solculuğumuz nedeniyle devlet bizi -tıpkı Uğur Mumcu gibi sakıncalı bulduğu için -yurt dışı sanat eğitimine göndermedi.  Bunun üzerine 1975-1976 eğitim-öğretim yılında İstanbul Hukuk Fakültesinin sınavlarına girerek sınavı kazandım ve 1981 yılında da mezun oldum. Avukatlık stajı dâhil olmak üzere avukatlık mesleğini de yaparken eğitimciliği hiçbir zaman bırakmadım. Önce Bolu Kız Öğretmen Okulunda sonra Bolu Eğitim Enstitüsünde daha sonra da Bolu İdari Bilimler Yüksek Okulunda hoca olarak görev aldım. Tam 21 yıl hem hocalığı hem de avukatlığı birlikte yürüttüm. Tam gün yasası ile ya Üniversite ya da Avukatlık gibi bir dayatma yapılması üzerine 1991 yılında 20 yıllık eğitimcilik görevime son vererek avukatlığa devam ettim. Bir dönem Bolu Merkez İlçe Başkanlığını yürüttüm. Aynı zamanda Bolu İzzet Baysal Vakfının Mütevelli heyeti üyesiyim. Bunun ötesinde birçok sivil toplum kuruluşlarında çalıştım. Baronun her kademesinde görev aldım. 2012-2018 yılları arasında Bolu Barosu başkanlığını yaptım. 2018 yılında Türkiye Barolar Birliği Eğitim Yönetim Kurulu Üyeliğine seçildim. Halen Türkiye Barolar Birliği Eğitim Yönetimi biriminde yine avukatlarımızın eğitimine katkı vererek mesleğimi sürdürüyorum.

 

 

Cumhuriyet Halk Partisine kaç yılında üye oldunuz? Sizi Cumhuriyet Halk Partisinde politika yapmaya iten sebepler nelerdir?

 

Cumhuriyet Halk Partisinin yaklaşık 30 yıldır üyesiyim. Beni, Cumhuriyet Halk Partisine üye olmaya teşvik eden şeylerin başında CHP Genel Sekreterliği görevinde de bulunmuş olan rahmetli Mustafa Üstündağ gelir. Kendisi Ecevit döneminde Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuştu. Muş ilinde öğretmenlik yaptığımda 7’inci Milli Eğitim şurası toplanmış ve şuraya Doğu Anadolu bölgesindeki kurumların temsilcisi olarak katılmıştım. O dönemde Sayın Mustafa Üstündağ, Milli Eğitim bakanıydı. Partiyle tanışmam Sayın Üstündağ sayesinde oldu. Memuriyet bitince partiye resmen üye oldum. Bolu’da Cumhuriyet Halk Partisinde üyelik, delegelik, merkez ilçe başkanlığı olmak üzere bir sürü görev üstlendim. Halende partinin aktif üyesiyim.

 

Siyasi anlamda ilimizin en tecrübeli isimlerinden birisiniz. Milletvekili adayı olmanız ve seçilmeniz halinde ilimize ilk önce hangi alanlarda hizmet vermeyi planlıyorsunuz? Size göre ilimizin en önemli eksiklikleri nelerdir?

 

Bolu, Ankara ve İstanbul gibi iki büyük metropol arasında “yaşanacak” olarak tanımlanan muhteşem bir kent. Doğası, yeşili, gölleri, havası ve insan dokusu itibariyle iki büyük kentin soluk alabileceği bir yer. 50 yılı aşkındır Bolu’ya bir sürü misyon biçilir. Kimi sanayi kenti, kimi turizm kenti, kimi bir ticaret kenti, kimi bir tarım kenti olması yönünde yakıştırmalar yapar. İvedilikle söylememiz gereken bir şey var ki; partimizin programında da belirtildiği üzere dünya artık “yeşil ve çevreci ekolojik “  bir algı içerisinde…   Doğayı koruyarak daha yaşanacak bir dünyayı yaratmak zorundayız. Bolu, bu özellikleri taşıyan kentlerden bir tanesi.  Dolayısıyla Bolu’da ağır sanayiyi öne çıkarmak gibi bir lüksümüz yok. Böylesi bir sanayileşmeyi kaldıracak bir kent değil ama sanayiyi de ihmal etmemesi lazım.  Bolu için hep şöyle bir misyon düşünmüşümdür; Bolu bir defa konumu itibariyle müthiş bir turizm kenti olmalı. Eğer Bolu’da sanayi de olacaksa gerçekten de ekolojik dengeyi gözeten ve çevreyi kirletmeyen daha çok yeşile uygun bir orta ölçekli sanayi yatırımı almalıdır. Bunun ötesinde Bolu, Türkiye’deki beyaz et üretiminin neredeyse yüzde 30’nu üreten bir kent konumundadır. Bunun çevresel etkileri açısından bir takım sıkıntıları var. Beyaz et üretimi sürdürmeli ama çevresel etkileri de minimuma indirilmeli… Bolu, bir yandan hayvancılığı, bir yandan da tarımı bırakmamalıdır. Bundan 15 yıl önce sanayi, sanayi, sanayi deniyordu. Tarım ötelenmişti. Ama bugün dünyada ki mevcut gıda krizleri nedeniyle tarımın ötelenmesi artık imkânsız hale geldi. O halde Bolu’ya baktığımızda tepede bir turizm kenti arkasından orta ölçekli bir sanayi. Arkasından hayvancılık ve çevresel dokuyu muhafaza eden bir tarım anlayışı… İlimize yıllardır böyle bir misyon biçiyorum. Yakın zamanlarda Köroğlu Dağıyla ilgili projeler yapılıyor. Bir taraftan orman dokusunu, yaylaları ve kışlakları korumak. Bir yandan da atıl olan ilimizdeki Turizm kapasitesini bir an önce harekete geçirip Bolu’da ciddi bir istihdam sağlamak zorundayız. Bolu için böyle bir hayal kuruyorum. Umarım, benim için bu fırsatı gerçekleştirme şansı doğar.

 

 

2002 yılından bu yana ilimizde görev yapan milletvekillerinin performansını nasıl buluyorsunuz? Kısaca değerlendirebilir misiniz?

 

Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidara geldi ve 21.seneye evirildi. Yarım asırdır Bolu’da yaşıyorum. Bolu’nun dününü ve bugününü de biliyorum.  Adalet ve Kalkınma Partisinin Bolu’ya çok fazla bir şey verdiğini zannetmiyorum.  Bolu’daki yatırımlara baktığımızda bunların özel sektör tarafından ve İzzet Baysal Vakfı tarafından yerine getirilmiş yatırımlar olduğunu görüyoruz. Kamu yatırımlarından Bolu’nun aldığı payın çok az olduğunu düşünüyorum. 40 kilometre ötemizde Düzce var. Neredeyse, Bolu’ya gelen yatırımların iki ya da üç katı kadar yatırım çekiyor. Ne zaman teşvikler gündeme gelse ilk sebeplenen ya da ilk yararlanan hep Düzce oluyor. Turizm ile ilgili yatırımlar Akçakoca başta olmak üzere Düzce’ye gidiyor. Elbette ki Düzce’ye de gitsin. Düzce’yi kıskandığımdan söylemiyorum ama Bolu hiçbir zaman yatırımlardan gerekli payı almadı. Bu tabloda politikanın etkisi çok büyük. Bolu’nun milletvekillerinin şimdiye kadar ki performanslarına baktığım zaman yeterince aktive olduklarını sanmıyorum. Bunun için kentimizi mecliste güçlü bir şekilde temsil edecek bir grubun oluşturulması gerekiyor. Hatta bu grubun hem iktidarıyla hem de muhalefetiyle oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Kamusal yatırım dışında Bolu’yu özel teşebbüs açısından da cazip kılmak gerekir. Bolu’da turizm yatırımı olarak yer alan kayak merkezlerine, yıllardır elimizde olan Gölcük, Abant ve Yedigöllere Adalet ve Kalkınma Partisinin fiili hiç bir katkısı yoktur. Tamamen özel sektörün kendi çabaları ile ortaya çıkmış yatırımlar bunlar. Kentimiz Adalet ve Kalkınma Partisi sürecinde ciddi bir özel sektör yatırımını çekmiş değildir. Dünya’da çevrecilik anlamında en mükemmel projelerin gerçekleştirebileceği yerlerden birinde olmamıza rağmen 20 yıldır bu avantajların hiçbirinden faydalanamadık. O yüzden bu misyonun şimdiye kadar seçilen arkadaşlar tarafından yeterince yerine getirildiği kanısını taşımıyorum.

 

 

Milletvekili olmanız halinde nasıl bir profil çizmeyi hedefliyorsunuz? Milletvekili olarak nasıl bir fark yaratmayı düşünüyorsunuz?

 

Sonuç itibariyle Adalet ve Kalkınma Partisinin 20 yılda ülkeyi getirdiği noktayı biliyoruz. Derin bir yoksulluk, yoksulluğa bağlı ciddi bir yolsuzluk ve müthiş bir enflasyon. Dış politikada müthiş bir itibar yitimi, saplandığımız ve sebebini bile bilmediğimiz bir Suriye bataklığı…  Ülkenin aldığı 10 milyona yakın işsiz- yurtsuz yabancı…  Türkiye, gerçekten de dışarıdan bakıldığı zaman kıyametin habercisi gibi bir fotoğraf veriyor dünyaya…  Enflasyon dünyada görülmemiş rakamlara ulaştı. Yoksulluk trendine baktığınızda Türkiye artık ilk 3 ya da ilk 5’te sayılıyor. Gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke konumunda… Geçmişte 12 bin dolarlar seviyesine çıkmış olan milli gelir, 7 bin dolarlar seviyesine gerilemiş vaziyette… Türkiye’de Cumhuriyetin biriktirdiği bütün ekonomik değerlerin hepsi özelleştirme adı altında satıldı. Çok acıdır ki bugün Türkiye, samanı, şekeri, buğdayı ithal eden bir ülke konumuna düştü. Türkiye, dünyanın yaşanabilir ve elverişli tarımsal ülkelerinden birisiyken, çiftçi tarımı terk etti. Öte yandan ülkemizdeki emekçilerin gerçekten de derin bir yoksulluğa itildiğini görüyoruz. Sermaye-Emek çelişkisi son derece büyüdü. Adalet ve Kalkınma Partisi gerçekten de kendi burjuvazisini yarattı. Kendi yandaşı olanları büyüttü. Onlara sınıf atlattı ama ülkemizde orta sınıf dediğimiz- ki orta sınıf demokrasinin kurucusu, bekçisi ve yaşatıcısı olarak nitelenir- yok oldu. Bunun çok azı, yaklaşık yüzde biri, bir üst sınıfa tırmandı ama gerisi yoksullaştı. Dolayısıyla ülkemizdeki Sermaye-Emek çelişkisi son derece büyük ve derin bir yoksulluk var ve enflasyon bu yoksulluğu tetikliyor.  Bir hukukçu olarak ekonomik sektörün her zaman ayakta kalması ve işlemesi, dışarıdan yatırım gelmesi için ülkede düzenli ve güvenilir bir hukuk sisteminin olması gerektiğini söylüyorum. Türkiye’de siyasal iktidar, yargıyı artık kendi çıkarları ve ideolojisini yeniden ve yeniden üretmek için kullanmaya başladı. Herkes Türkiye’de haksızlıktan ve hukuksuzluktan şikâyet ediyor. Anayasa mahkemesi üyelerinin neredeyse tümü iktidar partisinin yönetimi tarafından atanmış vaziyette… Yüksek Mahkemeler öyle… Benim hukukçu ve eğitimci olmam nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle bir görev alırsam en çok uğraşacağım ve sesimi yükselteceğim alanlardan bir tanesi hukuk bir diğeri de eğitim olacak.  Türkiye’de ki eğitimin niteliği ve kalitesi de bozuldu. Eğer siz ülkedeki eğitimi çağdaş bir seviyeye yükseltmediğiniz takdirde kalkınmak ve demokrasi bir hayaldir. Dolayısıyla, ülkemizdeki eğitimin niteliğini; sorgulayan ve araştıran, bilimsel düşünceyi öne çıkaran bir seviyeye kesinlikle büründürmek zorundayız. Bugün Türkiye’de üniversite sayısı 200’leri aşmış vaziyette… Üniversitelerimiz geçmişte dünyanın ilk 100’e, ilk 500’e giren üniversiteleri arasında yer alırken bugün dünyadaki eğitim kurumları arasında üniversitelerimizin adı dahi geçmiyor. Üniversitelerimiz işsizliği 4 ya da 5 yıl erteleyen kurumlar haline dönüştü. Üniversitelerin kapısına her yıl 1,5- 2 Milyon insanımızı yığıyoruz. Mezun olan gençlere de iş bulamıyoruz. Dünya’daki genç işsizlik oranının yüzde 25’lere vardığı ender ülkelerden biriyiz. Karanlık bir tablo çizdiğimin farkındayım ama Adalet ve Kalkınma Partisinin 20 yıl içerisinde Türkiye’yi getirdiği ve taşıdığı nokta budur. Bunu doğru okuyup,  doğru tespit ettiğiniz takdirde de doğru çözümler üretebilirsiniz. Ben, Türkiye’de öncelikli olarak güvenilir bir hukuk sisteminin kurulmasını, gelirin hakça paylaşılması ile toplumsal barışın sağlanacağını, İşçinin, memurun, emekçinin, dar gelirlinin karnı doymadığı müddetçe ve onlara insanca bir yaşam sunulmadığı sürece demokrasinin kurulacağı inancını kesinlikle taşımıyorum. Dolayısıyla her şeyden önce kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, bağımsız yargıyı yeniden kurgulayarak demokratik düzene işlerlik kazandırmak zorundayız.  Bu tüm halkın ortaklaşa talebi ve buna ulaşmak zorundayız. Nitekim üyesi olduğum Cumhuriyet Halk Partisinin son hedefler beyannamesi de bunu gösteriyor.

 

 

Altılı Masanın 84 maddeden oluşan anayasa değişikliği önerisini nasıl buldunuz? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

 

Türkiye Cumhuriyetinin yürürlülükte olan anayasası 12 Eylül Darbe Anayasasıdır. 12 Eylül faşizminin kurguladığı, oya sunduğu, yüzde 96 oranıyla yani baskıyla kabul edilen bir anayasadır. Bu anayasanın yaklaşık 80 maddesi de aradan geçen süre zarfında değiştirildi. Özellikle 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra yapılan anayasa referandumunda bu anayasanın birçok ilkesi ortadan kaldırıldı.  Anayasalar, devletin yapısını gösterir, organlarını gösterir, nasıl işleyeceğini gösterir, kurumlar arasındaki ilişkileri sağlar ve temel hak ve hürriyetleri de tespit eder. Anayasanın kısaca tanımı budur. Bizim anayasamız şu anda yamalı bir bohçaya benziyor, çok değişikliğe uğradı. Bizim anayasamız bugünkü haliyle “başkancı sistem ” denen – özellikle başkanlık sistemi demiyorum- adı bile duyulmamış amorf yani şekilsiz bir sistemi barındırıyor. “Başkanlık sistemi “adı altında dünyada emsali görülmemiş ucube bir rejim dayatılmış vaziyette. Bu anayasa ile artık ülkenin yönetilemeyeceği bir gerçek. Anayasa zaten toplumun tüm kesimlerinin uzlaştığı, ittifaka vardığı ve herkesin kendisinden bir parça bulacağı çok büyük bir hukuk metnidir. Kuvvetler ayrılığını önceleyen, parlamenter sistemi çalıştıran, katılımcı, yerinden yönetim ilkelerini öne çıkaran, bireylerin kendi özgürlüklerini ve haklarını en geniş bir biçimde ifade edebilecekleri içerikleri taşıyan, emeklinin, emeğin, emekçinin, çalışanların, sendikalaşmak isteyenlerin ve sendikaların haklarını koruyacak, gerçekten çağımıza ve ülkemize yakışan özgürlükçü bir anayasayı mutlaka ve mutlaka yapmak zorundayız. Bugünkü haliyle yamalı bohçaya benzeyen bu anayasanın ortadan kalkması lazım. 6’lı masanın anayasa çalışmasını çok doğru ve yerinde buluyorum. Ya Ortaçağı yaşayan, Siyasal İslam’a teslim olmuş, kaos içerisinde bir Ortadoğu ülkesi olarak kalacağız, ya da Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği çağdaş, demokratik ve sosyal hukuk devleti olacağız. Türkiye, bu seçimi yapmak zorunda.  Şu anda ülkemizde 10 milyon göçmen insan var. Göçmen karşıtı değilim. Mülteci ve göçmenlere insanca muamele yapılması gerektiğini bir hukukçu olarak her zaman söylüyorum. Bu konudaki fanatik, ırkçılık kokan, mikro milliyetçi yaklaşımları da asla kabul etmiyorum. Ama ortada bir gerçek var; Yerinden edilen 10 milyon insanın yurtsuz kalmasında Ortadoğuda’ki kirli savaşın etkisi çok fazla… Bu kirli savaş bize ne verdi? Bu kirli savaş, Ortadoğu’ya Rusya’yı yerleştirdi. Amerika Birleşik Devletlerini yerleştirdi. Bize ise Süleyman Şah türbesini oradan oraya taşımak kaldı. Milyarlarca dolar yatırdığımız ve yüzlerce şehit verdiğimiz pis bir savaş kaldı. 10 milyon göçmen ve gerçek bir kaos kaldı. Bundan kurtulmanın yolu bu siyasal iktidardan kurtulmaktan geçiyor. Altılı masanın içerisinde çok farklı görüşler var. Bir zamanlar AKP’de çalışmış ve oradan kopanlar var. Merkez sağdan partiler var. Sosyal Demokratlar var. Solun desteği de var. Bu muhalefet cephesini bir araya getiren temel işlev, insanca, insan onuruna yakışır, barış içinde yaşayacak, oydaştığımız adil bir düzenin ve demokrasinin yeniden kurulması ve yaşatılması isteği olup isteğe yanıt ve destek vermek zorundayız. Bu bağlamda bu seçim bir dönemi sonlandıracak ve ülkeye yeniden, yeni bir soluk verecek bir seçim olacaktır. Bu seçimi yitirdiğimiz takdirde Türkiye, Siyasal İslam’a teslim olmuş bir Ortadoğu ülkesi olarak kalacak ve ortaçağı yaşamaya devam edecektir. Bu nedenle kısır döngüyü aşmak zorundayız.

 

 

Sizce, 2023 Genel Seçimlerinin ana teması ne olacak?

 

Bence, iki tane temel faktör belirleyici olacak. Bunların bir tanesi ekonomidir. Sokakta görüştüğümüz her insan şu kış mevsiminde doğalgaz - elektrik faturalarının yüksekliğinden, beslenme ve barınma probleminden şikâyet ediyor. Bolu’da bile kiraların olağanüstü rakamlara çıktığını görüyorsunuz. TUİK’in açıkladığı hayali enflasyon rakamları bile gerçek enflasyon oranının ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Enflasyon bilindiği gibi dar gelirliyi ezer, toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırır. Dolayısıyla bu seçimin birincil temasının ekonomi olduğunu düşünüyorum. İkinci teması ise demokrasi ve hukuk devletinin yeniden kurulmasıdır. Bu bize insan haklarını, yargının bağımsızlığını, eşitliği ve özgürlüğü getirecek bir temadır. Seçimin bu iki ana kurgu etrafında yoğunlaşacağını düşünüyorum.

 

Son olarak  neler söylemek istersiniz?

 

Hem Bolu’ya hem de partime yıllardır çok emek verdiğimi düşünüyorum. Bu kentin her yerinde eğitimci ve hukukçu olarak yabana atılmayacak bir emeğimin olduğunu düşünüyorum. Kapım her zaman herkese açık oldu. Her zaman herkese yardımcı olmaya çalıştım. Kamuoyu da beni sanırım uzlaşmacı ve bu özelliklerimle tanır. Çok sivri, keskin bir siyasal ayrımcılık yaparak mesleğimi ifa etmedim. Gerek baro başkanlığım döneminde gerek sivil toplum kuruluşlarında çalıştığım dönemde herkese eşit mesafede durmaya çalıştım. Benim için her zaman “hak” öncelik oldu. Yardım isteyen ve yardıma ihtiyaç duyan her insan benim için son derece kıymetliydi. Onun siyasal kimliğinin benim için hiçbir önemi yoktu. Şimdi bu kentte Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili aday adayıyım. Daha sonra da herkesin milletvekili olmayı düşünüyorum. Umarım, Bolu halkı benim bu talebimi yanıtlar ve desteğini esirgemez. Şimdiden herkese ve sizlere teşekkürü bir borç biliyorum.

 

 

 

 




Etiketler :
HABERE YORUM YAZIN

DİĞER SİYASET HABERLERİ
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları