120x600

Alemdar inşaat

25-08-2017 Eda BAYRAKTAR

 Zavallı Türkiye, AKP iktidarının 2013 yılına kadar özenle tüm devlet kadrolarına yerleştirerek "paralel devlet" haline getirdiği Fethullah Gülen Cemaati'nden çok çekti.

 Herkesin bildiğini yeniden yazmayacağım. Yapılan hatalar, verilen tavizler, kurulan ortaklıkların neticesinde Türkiye'nin geldiği nokta ortada. "Netice" derken, 15 Temmuz'u kastetmiyorum. 15 Temmuz da bugünün sebeplerinden biri. Anlatmak istediğim; Türkiye'nin içine düştüğü yozlaşma. Çağdaşlık, laiklik ve bağımsızlık üzerine temellenen Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün gerici kadrolarca işgal edilmesi ve Siyasal İslamın yaşamın her alanına müdahale etmesi.

 

 Türkiye'de sosyal, siyasal, hukuksal alanların tümünde hissedilen bir baskı var: dincileşme ve cemaatleşme zorunluluğu. 2002 yılından bu yana cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin kurumlarda yaygınlaşması, dinselleşmenin yaşamı ele geçirmesine yol açtı. Sonuçları öngörülebilse de önlenemedi. Öyle ki din faşizmi sokağa indi, dolmuşlarda kadın tekmeledi. İnsanların yaşam alanları daraltıldı. Cübbeli, sarıklı dinciler toplumun inanç özgürlüğüne saldırmaya başladı. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bulamadığı kadar rahat örgütlenme imkanı buldu.

 

 Ne kadar etkin bir mücadele yürütülüyor tartışılır, ama bugün Fethullahçı tarikat devlet kurumlarından ayıklanıyor. Yerine yeni cemaatler organize oluyor. (Organize olmuyor, organize ediliyor.)

 

 Size gericilik saldırısı altındaki Türkiye'ye ve cemaatlerin nasıl desteklendiğine dair tertemiz, pırıl pırıl bir örnek vereceğim: İsmailağa Cemaati geçtiğimiz yıl bir "çağrı merkezi" kurdu. "Hizmetleri" hakkında bilgi vermek, himmet parası toplamak ve ulaşılabilir olmak adına sizce de iyi bir yol değil mi? Kafalarında sarık, üstlerinde cübbe olan bir grup tuhaf tarikat üyesi çağrı bekliyor ve gelen sorular doğrultusunda "insan avlıyor". İnsanlar dini konularda danışmak istediklerini soruyor, sarıklılar da cevaplıyor. Bir de slogan bulmuşlar kendilerine: Arayın, orada olacağız. Güven veriyor değil mi? Hem güven duydunuz, hem de kendinize yakın hissettiniz. Güzel, zaten amaç da bu. Peki bu adamlar kim? Adları yok. Yetkinlikleri ne? Bilinmiyor. Verdikleri cevapların doğruluğu ve yeterliliği herhangi bir denetime tabi mi? Tahmin etmesi kolay, denetime tabi değil. Telefon başındakilerin dini eğitim düzeyleri belli değil. Neye göre ilim satıyorlar, bilmiyoruz. Üstelik Diyanet'in bu konular için halihazırda bir çağrı merkezi mevcut, hangi gerekçeye dayanarak bir fetva hattının kurulmasına göz yumuluyor o da belli değil. Belli değil de belli değil, hiçbir şey belli değil. Dolayısıyla, bu kurumun varlığı ve işleyişi her bakımdan istismara açık. Şimdi işin en güzel yanına geliyorum: Bu kurumun lisansı ve izni yok! Bu demek oluyor ki siz de elinizi kolunuzu sallaya sallaya bir fetva hattı açmak isteseniz, kimse size "hayır" demeyecek. Arayıp "sakız çiğnemek orucu bozar mı?" diye sorana "hayır canım iki bardak suya kadar sınırı var, oruç bozulmaz" deseniz, kimse sizi "n'oluyor lan?" diye uyarmayacak. İşte bu kadar kolay!

 Herhalde bu örnek, cemaatlerin Türkiye bürokrasisinde ve sivil hayatta nasıl organize edildiği hakkında fikir veriyor. Mücadele "paralel yapı" ile değil. Devlet kadrolarında, okullarda, orduda "paralel yapıya paralel" yeni organizasyonlar türüyor, buna olanak sağlanıyor. Bu cemaatler, güven veren sloganlarla hayatımızın her alanına müdahil oluyor. Bu bakımdan, Türkiye, kısa ve uzun vadede onarılması zor bir deformasyonla karşı karşıya. Bunun farkında olmak hepimizin direncini kuvvetlendirecektir sanırım.

 

 Dayanışmayla...


www.boluobjektif.com'da yer alan köşe yazarlarının yazıları kendi görüşleridir. Yazdıkları köşe yazılarından dolayı www.boluobjektif.com sorumlu tutulamaz.



Eda BAYRAKTAR Diğer Yazıları
Fazilet Tekman
Köşe Yazarları
Burç Yorumları