Ekrem ASMA
TARİHİN SARKACI – 4 –
TARİHİN SARKACI – 4 –
- ARAYIŞ -
Bütün olan biten; savruluşlar, siyasi tartışmalar, mücadeleler, çözüm arayışları, belki de “ kervan yolda düzülür “ alışkanlığımızın ya da mecburiyetimizin sonucu. Orta Asya ‘ dan yola çıkan kervanımız zorunlu olarak yolda eksikliklerini, yeni ihtiyaçlarını karşılamak için arayışlarını sürdürüyor. Kervanda ki zorunlu yol ve kader arkadaşları ( belki de kader hasımları ) kervanın rotası, kervan liderliği ve tercihleri konusunda hummalı ve muammalı bir itiş kakış içinde sürekli. Ve gariptir ne mutlu ki bir şekilde kervan yürüyor her şeye rağmen…
Tarihin kırılma anlarında ve dönemeçlerde arayışlar artıyor. Kısa süre zarfında olan biten köklü Anayasa değişikliği ve devamında gelen gelişmeler bu arayışların sonucu aslında. Yapımız ve mecburiyetlerimiz gereği olması gereken şekilde bir toplumsal uzlaşı ve çözüm arayışını başaramıyoruz maalesef. Yaşanan gelişmeler çoğu zaman bir yanlışa, başka bir yanlışla ve o yanlışa da daha büyük yanlışla cevap verme üzerine gelişiyor. Gündem de hiç olmayan bir konu çok kısa zamanda bir kriz ve toplumsal kamplaşma ve çatışma konusu olarak karşımıza çıkıyor.
Türk Tabipler Birliği yönetiminin yaptığı talihsiz açıklama ve sonrasında yaşananlar bunun en güzel örneği… Ülkesine, çok büyük zararlar veren terör örgütlerine ve ülkenin kuşatılmasına karşı başlatılan, kamuoyunun hemen her kesiminin çok yüksek düzeyde desteğini alan askeri bir operasyona karşı Türk Tabipler Odası yönetim Kurulu kendi meslek mensuplarının yaklaşık % 90 ‘ nın da karşı çıkacağı bir açıklama yaptı… Açıklamanın içeriğinde, görünür de hekimlik mesleğinin insanı yaşatma çabasından bahsedilse de maalesef asıl amacın mesleki hassasiyet perdelemesiyle, tamamen marjinal siyasi kaygıların hakim olduğu ve asıl amacın dünya kamuoyunun da, ülkesinin askeri operasyonunu itibarsızlaştırmaya ve engellemeye çağrı yapmak olan bir açıklama yapıldı.
Böyle bir açıklama doğal olarak düşünce ve ifade hürriyeti, meslek odalarının ve yönetimlerinin oluşumu, işlevi, denetlenmesi gibi çok kapsamlı bir tartışmayı beraberinde getiriyor… Sağlıklı olarak bu tartışmaları yapıp toplumsal uzlaşıyı ve ortak çözümü üretebilmemiz gerekiyor.
Ancak bu yanlışa karşı hükümet anlık ve ani bir adımla, Türk Tabipler Odası ve Türkiye Barolar Birliğinin adlarındaki “ Türk “ Türkiye “ ibarelerinin çıkarılacağı, tüm meslek odalarına ilişkin düzenlemeler yapılacağı, meslek odalarında ki “teklik “ zorunluluğun kaldırılacağı, hatta avukatların Baroya kayıt olmadan avukatlık yapabileceği gibi açıklamalar yapıldı…
İlk kıvılcımı ortaya atan Türk Tabipler Odası sessiz kalırken, hiçbir dahli ve katılımı yokken birden alev topunu kendi elinde bulan Türkiye Barolar Birliği hızla tartışmalara girdi. Türkiye Barolar Birliğinden, meseleyi sağduyu ile ele alıp, mevcut gerek yasal ve gerek fiili durumlardaki sorunları, eksiklikleri ortaya koyup, aynı zamanda hükümetin ani açıklamalarındaki ortaya çıkacak büyük sorunları da uygun şekilde gözler önüne serecek bir çalışma ve rehberlik yapmasıydı benim ve toplumun beklediği… Ancak Türkiye Barolar Birliği bu derinlikli tavrı sergileyemeyip, hükümetinkine benzer anlık reflekslerle meseleyi ele almayı tercih etti ve konunun içeriğine, tekniğine ve sorunların çözümüne yönelik toplumsal uzlaşı rehberliğini sağlamak yerine klasik dar ideolojik tartışma argümanları ve sloganları ile konuyu başka bir boyuta taşıdı… Sorunlarımız karşısında teknik, gerçekçi, çoğulcu ve çözüm üreten bir tartışma yerine dar, çözümsüzlüğe ve kamplaşmaya ve birbirimizden daha da uzaklaşmaya yönelik bir noktaya savrulduk hep beraber… Bu savruluş hikayesi hepimizin ortak başarısızlık hikayesi…
Somut örneğimiz olan Türk Tabipler Odasının açıklamasından yola çıkarak yapılması gereken düşünce ve ifade hürriyeti, meslek odalarının ve yönetimlerinin oluşumu, işlevi, denetlenmesi gibi çok kapsamlı bir tartışmalarına yönelik benim görüşlerimi kısaca paylaşmak isterim.
Öncelikle düşünce ve ifade hürriyeti elbette en önemli insan haklarından birisidir ve gerek siyasi – hukuki belgelerle gerekse toplum vicdanında koruma altındadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği gibi bu hak sadece toplumun ve yönetimin hoşuna giden konularda değil aksine rahatsız edici açıklamalar içinde bu hak güvence altındadır. Bu anlamda Türk Tabipler Odasının açıklaması elbette düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında ele alınabilir. Ancak burada ki asıl tartışılması gereken konu; açıklamayı yapan kişilerin bireysel düşünce tercihleri değil. Açıklamayı yapan kişiler, salt bireysel kimlikleri ile açıklamayı yapsalardı, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında konu kolayca ele alınıp , “ düşünce ve ifade hürriyetine kullanmışlardır , “ bu düşünceye katılmayanlarda “ kendi karşı düşüncelerini açıklayarak “ düşünce ve ifade hürriyetini “ kullanırlar denilir mesele kapanırdı. Ancak ortaya çıkan durum, tüm ülkenin doktorlarını temsil eden, azınlık bir görüş, meslek odalarının yapılanmasından kaynaklanan yasal eksiklikler sebebiyle yönetimi ele geçirip, kendi mensuplarının da karşı çıktığı bir açıklama yaptığında ve açıklama ülke kamuoyunun da kabul etmeyeceği ve taban tabana zıt açıklama ise “düşünce ve ifade hürriyeti “ kapsamında ele alınamaz. Evet, yukarıda dediğimiz gibi toplumu, yönetimi rahatsız eden açıklamalarda “ düşünce ve ifade hürriyetinin “ koruması kapsamındadır. Ancak kendi meslek mensuplarının dahi kabul etmeyeceği bir açıklamayı mesleki kuruluş kimliğini kullanarak yapılması kabul edilemez. Üstelik bu açıklama toplumun çok büyük şekilde desteklediği ülkenin bekasını korumaya yönelik bir askerin operasyonu uluslararası alanda itibarsızlaştırma amacı taşıyorsa gereken hukuki düzenlemelerin tartışılması kaçınılmazdır. Elbette bu konuya ilişkin söylenebilecek ve tartışılması gereken bir çok alt başlık var. Ancak yazımızın asıl konusunu oluşturmaması sebebiyle belki başka bir yazı da ele almak üzere konunun bu boyutunu sonlandırmayı tercih ediyorum.
Tartışılması gereken bir diğer konu meslek odalarının işlevi ve mevcut durumlarıdır. Meslek Odaları gerçekten bir toplum için hayati bir öneme sahiptir. Belli bir teknik bilgi birikimi, derinlik ve uzmanlık gerektiren mesleki bakış, öncelikle o mesleki uzmanlık itibariyle ve konularıyla topluma destek sağlar ve değer katar. Bu anlamda meslek odaları, mensuplarının mesleki düzeyini geliştirme, kalitesini artırma konusunda büyük öneme sahiptir. Ancak kuruluşun mesleki boyutunu ve mesleki uzmanlık alanını hemen hemen hiç önemsemeyip güncel dar siyasi tartışmaların öznesi haline gelmek meslek odalarına verilecek en büyük zarardır. Maalesef ülkemizde de meslek kuruluşları, mesleki gereklerde çalışma yapıp, mesleki uzmanlık yöntemleri ile ülkeye katkı sağlamak yerine, mesleklerini bir kenara koyup dar ideolojik mücadele araçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Marjinal dar gruplar odaların yönetimini ele geçirip mesleki konuları tamamen kenara bırakıp bir siyasi parti yönetimi gibi hareket ederek öncelikle mesleklerine balta vurmaktadırlar. Bu anlamda meslek odalarının, öncelikle mesleki uzmanlık alanına özgü yapılandırılması ve yönetimin dar marjinal görüşlerin eline geçmesini engelleyici, başkanlık için %50 + 1 ‘ i sağlayacak iki turlu ve yönetimler içinde blok listenin olmadığı çarşaf liste zorunluluğu veya oransal temsili sağlayacak yöntemler üzerinde çalışılmalıdır. Bu konular özellikle Türkiye Barolar Birliği tarafından uzmanlıkla ele alınıp hükümete ve topluma bir uzlaşma rehberi olarak sunulabilirdi. Ve gerçekten de ülkemizin ve toplumuzun böyle bir rehberliğe ihtiyacı da vardı. Bunun yerine meseleyi dar şekilde ele alıp klasik “ Cumhuriyet elden gidiyor” sloganına sarılmak toplumda hiçbir karşılık bulmadığı gibi kamplaşma kültürü gereği daha büyük toplumsal desteğe ve meşruiyete sahip yönetiminin teklifinin toplum tarafından daha çok desteklenmesine sebebiyet verecektir. Aynı şey Anayasa referandumu konusunda da ortaya çıkmıştı. Barolar Birliği konuyu mesleki uzmanlık alanı ile derinlemesine irdeleyip objektif çözüm önerileri getirmek ve mesleki derinliği ile hem hükümeti hem de toplumu bilgilendirmek ve çözüm önerileri ile rehberlik yapmak yerine bir siyasi parti lideri gibi dar bir “ hayır “ kampanyası düzenleyip gerektiğinde mitingler yapmayı tercih etmiştir.
Ülkemiz de hemen hemen her tartışma konusu, kendi mecrasından çıkıp büyük ideolojik tartışmalara dönüşmekte ve meselelerin iç yüzü iç boyutu, teknik derinlikleri tartışılamamaktadır. Bu sebeple sorunlarımızı yeterince doğru olarak çözememekte kısa bir süre sonra yine aynı sorunlarla baş başa kalmaktayız. Eğitim de, sağlıkta, adalette, ekonomi de teknik olarak doğru tartışmalar yürütmek yerine dar, içeriksiz ideoloji, aidiyet, kimlik tartışmalarına boğuluyoruz. Geçen yazımda doğu – batı tartışmaları ekseninde kamplaşmaları ele almıştık. Gelecek yazımızda ise toplumsal bölünmüşlüğümüzün ve parçalanmamızın en büyük konu başlığını oluşturan din-devlet ilişkileri kapsamını ele almaya çalışacağım.
Gelecek yazımıza bir giriş olması açısından yazımızı Siyaset bilimci Maurice Duverger’ in bir tespiti ile yazımızı sonlandıralım : “ Klasik anayasa hukukunu bilen ancak siyaset bilimini ve siyasi partilerin işlevini bilmeyen kişi YANLIŞ; siyaset bilimini ve siyasi partilerin işlevini bilen ancak klasik anayasa hukukunu bilmeyen kişi ise EKSİK AMA DOĞRU görüş sahibidir… “
Toplum olarak artık; yanlış ve eksik doğruları aşma zamanımız geldi…