Ekrem ASMA
TARİHİN SARKACI – SON –
TARİHİN SARKACI – SON –
Sarkacın Kavramları
Biz daha çok “ Arap Baharı “ adı verilen hareketlenme ile farkına vardık. Aslında süreç daha önceden Orta Avrupa, Balkan ve Kafkasya ülkelerinde başlamıştı. Romanya, Polonya, Macaristan, Sırbistan, Kosova, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde demokratik meşruiyeti olmayan iktidarların otoriter ve güvenlikçi tavrı, yetersiz ekonomik yaşam düzeyi, yolsuzluklar ve kamu kaynaklarının iktidar yandaşları lehine orantısız kullanımından bunalan halk kitleleri çareyi “ Demokrasi, İnsan Hakları Açık toplum, şeffaflık, basın özgürlüğü gibi karşı konulamayacak kavramlar ile kamunun küçültülmesi ve özelleştirme, serbest piyasa “ gibi kavramları savunan gruplarda aramaya başladılar. Kavramların cazibesi o kadar baskın ve illüzyonist bir etkiye sahipti ki; bu kavramları pompalayanların ve bu kavramları savunduklarını iddia eden grupların dış bağlantılarını ve finans destekçilerini göremediler ya da görmek istemediler. Renk – renk devrimlerle ülkelerin ulusal yapısı çöktü ancak demokrasi, özgürlük, ekonomik refah yerine kaos, istikrarsızlık hakim oldu. Demek ki; toplumun kendi dinamikleri ile gelişmeyen ve dışardan finanse edilen hiçbir süreç toplumun faydasına sonuçlanmıyor. Aynı süreç Arap ülkelerinde de yaşandı. Bahar çiçek açmadan kan çiçeklerine döndü. Arap Baharı organizasyonunu destekleyenlerin niyetini ortaya koyan en güzel örnek ise Mısır… Demokrasi, özgürlük adına yola çıktığını iddia edenler seçimle iş başına gelen halk desteği olan ve halk için çalışma iddiasında olan hükümeti daha bir yılını doldurmadan askeri darbe ile devirdiler. Darbecilere gerek uluslar arası finans kuruluşları gerekse Suudi Arabistan gibi süreci savuşturmak isteyen rejimler para musluklarını hemen açtılar.
Hepimizin bildiği gibi ülkemizde de aynı kavramlarla aynı operasyonları denediler. Büyük sıkıntılara sebep olmakla beraber başaramamalarının sebebi toplumsal ve siyasi meşruiyete sahip bir iktidarın oluşudur. Evet, eleştirilecek birçok husus, yön olabilir ama seçimle iş başına gelen, toplumda bir karşılığı ve desteği olan iktidar ve yüzyılların getirdiği bir devlet geleneği sayesinde ayakta kalabilmeyi başarıyoruz. Belki farkında değiliz veya kıymetini bilmiyoruz ama bu başlı başına büyük başarıdır.
Yaşanılan bu süreçten sonra Demokrasi, İnsan Hakları Açık toplum, şeffaflık, basın hürriyeti kavramların yerini başka kavramlar aldı… Yerli ve Milli… Garip bir tezahürle başladığımız yere dönüyoruz. Samimiyetle itiraf edeyim ki; benim için de bugün turnusol kağıdım ve karar vermem de etken olan kriter kesinlikle “ Yerli ve Milli “ bir bakış… Bu konu da bir kararsızlığım yok. Ancak bu durum demokrasi, özgürlük ve insan hakları, şeffaflıktan da vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor tabi ki… Sadece bu kavramları her kullanana safça inanmak yerine “ asıl maksadına “ daha dikkatli bakmamız gerekiyor. Ülkem ve devletim bu kavramlar üzerinden eleştirilirken, eleştiriyi yapanın amacının “ üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi “ olduğuna bakıyorum. Ve amacı bağcıyı dövmek olana hiç ama hiç prim vermiyorum. “ Peki, bağcı kim? “ sorusunun cevabı ise açık. Meşru seçimle iş başına gelmiş iktidar ve o iktidarı seçmiş halk… Demokratlığın ilk ve vazgeçilmez şartı “ seçimle iş başına gelmiş iktidarı “ görüşleri farklı olduğu durumlarda dahi desteklemekte ve sadece seçimler ve meşru demokratik yollara muhalefet edebilmektir. Bugün ülkemiz de asıl yaşanan sorun muhalefetin, demokratik muhalefet yapmak ve halka dayanmak yerine, ülkemize açık şekilde düşmanlık içinde olan, bağcıyı dövme derdinde olan terör örgütleri ve uluslararası çevrelerle söylem birliği yapmasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu defa bağcıyı dövdürmemeye ve seçtiği iktidarı gerektiğinde hatalarına rağmen desteklemeye kararlı yerli ve milli bir bakış açısına sahip halk çoğunluğu söz konusu. Muhalefet bu halk çoğunluğuna güven vermediği sürece hiçbir şekilde başarıya ulaşma şansına sahip değildir. Bu sebeple konumlarını ve siyaset tarzlarını hızla gözden geçirip bağcıyı dövmeye çalışanlara karşı bağcının yanında olduğunu göstermeli ve ispatlamalıdır.
Güncel siyasi yaklaşımın belirleyici kavramı yukarda bahsettiğimiz gibi “ yerli ve millilik. “ Ancak yazımızın başında belirttiğimiz gibi kavramları bağlamından ve amacından koparıp ve bu kavramları kullananların amacını niyetini sorgulamadığımız da varılan yerler hep bambaşka mecraya sürüklüyor. Aynı şekilde “ yerlilik ve millilik kavramları “ da amacından koptuğunda, farklılıkları, özgürlükleri sindirmeye ve baskılamaya araç haline geldiğinde varacağımız yer maalesef yazının başında tarif ettiğim iktidarların otoriter ve güvenlikçi tavrı, yetersiz ekonomik yaşam düzeyi, yolsuzluklar ve kamu kaynaklarının iktidar yandaşları lehine orantısız kullanımından bunalan halk kitleleri olacaktır.
Bu kısır döngüyü aşmak için öncelikle tüm kavramlara belli bir mesafe koyup meselelere objektif, gerçekçi bir şekilde bakabilmeyi, toplumsal sorunların kökenini doğru analiz edip uygulanabilir çözümler bulabilmekten geçiyor. Bu ise gerçekten zor ve iyiniyetli yoğun çaba gerektiren bir süreç… Ben ülkemin ve milletimin yerli ve milli bir bakış açısı ile aynı zamanda demokrasiden, çoğulculuktan, şeffaflıktan, denetlenebilir iktidardan ve özgürlüklerden taviz vermeden yapısal sorunlarını zaman içerisinde çözebileceğine kesinlikle inanıyorum. Ne yapmamamız gerektiğinden başlayacak olursak; kavramların tılsımı ile kısa yoldan çözüm öneren ve dışarıdan finanse edilen reçetelere kulak asmamak…
Hayat ve yaşamda karşılaştığımız fiili durumlar, tüm kavramlardan ve kelimelerden daha çetin, daha derin daha çelişik ve bir yönüyle de daha yalın… Ve hep kesinlikle daha renkli… Bu savruluş dönemlerinde bunaldığımızda sadece karaya takılmak yerine bu renkli akışa biraz dışardan bakıp birazda akışa bırakmak lazım belki de…