Melis ÖZPINAR
NASIL DELİRDİK?
NASIL DELİRDİK?
Sizleri bilmem ama yıllar sonra ben bugünleri “Uzun beyefendi çıkıp bağırdıkça biz televizyonun sesini kısardık, bizim kıstığımızı anladıkça o daha çok bağırırdı” diye anlatacağım.
Neredeyse on iki yaşımdan beri uzun bir beyefendinin televizyona çıkıp çocuk azarlar gibi bizleri azarlamasına alışmıştım diyebilirim. Son üç yıldır ise azarladığı çocukların kendine karşı gelmesine bilenip hem sesinin hem de öfkesinin dozunu iyice artıran bir adam var karşımızda. Eksik olmasın, kendisi ve ekibi bizim ne giyeceğimizden hangi saatte ne içeceğimize, nasıl giyineceğimizden kaç çocuk yapacağımıza, nelere üzüleceğimize her şeyi düşünürler. Bize düşünecek bir şey bırakmazlar. Zaten onların belirlediğinin dışında bir şeyi düşünürsek ve es kaza bunu dile getirirsek yargılanmamız, işimizden olmamız veyahut hapse atılmamız işten bile değildir.
Ülkede bir felaket mi oldu? İnsanlar mı öldü? Uzun adam ve ekibinin açıklamasını bekleriz. Onlar üzülmemize izin veriyorlar mı bakarız. Eğer vermiyorlarsa o olay hiç olmamış sayılır, basın yasağı getirilir, hiçbir yerde konuşulmaz. Bazen bu yasakları delmeye çalışırız. Kaybettiğimiz insanlar için “… ölümsüzdür” gibi tweetler atarız. Oysa bütün insanlar ölümlüdür.
Uzun adam ve saz arkadaşları sıklıkla tökezler, yaptıkları işler ayaklarına dolanır. Hepimiz şahit oluruz, görmezden gelmemizi söylerler. “Kral çıplak” diyenlerin sonu da onların istemedikleri şeyleri düşünenlerin sonlarına benzer. Bazılarımız yine kendini tutamaz, “….yalnız değildir”li sloganlar atmaya başlarlar. Oysa “….lar” hep yalnızdır.
Başımıza gelen talihsiz olaylarla ilgili en makul açıklamaları onlar yaparlar yine. Bu açıklamalarla tatmin olmama gibi bir lüksümüz yoktur. Burası muz cumhuriyeti değildir. Mesela 301 madenciyi kaybettiğimiz “Soma Faciası”na takdir-i ilahi deyip geçmeliyizdir. Denetimsizlik mi o da ne? Kaybettiğimiz canların aileleri bir şekilde kendini toparlar da sevgili bakanımız üç gün boyunca aynı gömleği giydi, asıl bunu dert etmeliyizdir.
Tecavüze mi uğradık? Niçin sesimizi çıkarmamıştık? Uzun adamın talimatıyla dünyaya getirdiğimiz üç çocuktan erkek olanına tecavüz etmemeyi değil kız çocuğumuza tecavüze uğrayınca bağırmayı öğretmeliydik. Canına tak eden beyefendiler kız çocuklarımızı öldürebilir, kalpleri gibi soğuk mahkemelere takım elbiseler kravatlarla çıkıp marketten peynir alıyormuşçasına basit indirimlerden yararlanabilirler. Kız çocuklarımızın canlarına tak etme hakkı yoktur. Bu duruma itiraz ettiğinizde kadınlardan sorumlu olması gereken ama sorumluluğunun pek de farkında görünmeyen sevgili bakanımız sizi algıda seçici olmakla itham edebilir.
Yaşadığınız şehirde bombalar patlar, insanlar ölür, yüzlercesi. Yaşamaktan utanırsınız. Nefes aldığınıza lanet edersiniz, sorumlusu olanlara edemezsiniz. Söyledim ya, uzun beyefendi televizyonlarda bağırmaya başlar, gerekirse isim verir, sizi hedef haline getirir. Yeri gelir “barış” bile diyemezsiniz çünkü artık söylediğiniz şeyin ne anlama geldiğine de onlar karar vermektedir. “Barış” onlar için sakıncalı bir kelimeyse söylenmemelidir. Tabi eğer sonunuzun diğerleri gibi olmasını istemiyorsanız.
Böyle sakin sakin anlattığıma bakmayın. Böyle böyle delirdik işte. Konuşamayarak, karşı çıkamayarak, dışlanarak, ölümlere tanık olarak, ölülerimizi dahi anamayarak yavaş yavaş delirdik. Sizleri bilmem ama yıllar sonra “nasıl delirdiniz?” diye sorduklarında ben bugünleri her şey uzun bir adamın televizyonlarda bağırmasıyla başladı diye anlatacağım.